İdari Yargı Sistemine İlişkin Sorun ve Öneriler

Standard

Türkiye’de yargı, yasama ve yürütme kuvvetlerinin yanında üç erkten biridir ve Anayasa’nın 9. maddesine göre Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır.

Ülkemizde hukuki nitelikleri bakımından bir bütün teşkil eden işler farklı yargı kolları altında toplanır ve bunlar hakkında o yargı çeşidine özgü yargılama usulü uygulanır. Yine Yüksek Mahkeme sıfatına haiz birden çok mahkeme bulunmaktadır. Yani Türkiye’de yargı birliği yoktur ve Türk yargısının en başta gelen sorunlarından biri “yargı birliği” ilkesine aykırı bir yapılanma içinde bulunmasıdır. Yeni anayasa değişikliği ile bu sorun için önemli bir adım atılmış ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi ve Askeri Yargıtay kaldırılması öngörülmüştür. Bu önemli adım ile Türk yargı sisteminde başlı başına bir sorun olan asker-sivil ayrımı ortadan kalmış olacaktır. Zaten Askeri yüksek İdare Mahkemesi’nin yargılama usulü ve baktığı davalar bakımından İdari yargılama Usulü’nden pek farkı yoktur. Askeri Mahkemelerinin kaldırılması yargı sistemindeki karmaşıklığı ve içtihat farklılaşmasını bir nebze olsun azaltacaktır. Yargı birliğinin olması uzman mahkemelerin kurulmayacağı anlamına gelmez. Yine iş, sosyal güvenlik, imar, ceza, disiplin vb uzman mahkemeler kurulabilir. Ancak bu mahkemeler tek bir hiyerarşi içinde ve tek bir yüksek mahkemeye bağlı olarak çalışırlar.

Türk Yargı sisteminin yargı ayrılığı ilkesini benimsemesi Yargıtay, Danıştay ve Askeri Yüksek Mahkemeleri hem aşırı iş yükü altında ezilmekte, hem de olması gereken fonksiyonlarını yerine getirememektedirler. Ayrıca halkın gözünde yargının anlaşılabilirliği de azalmaktadır.

İdari nitelikte olmasında rağmen birçok dava Adli yargı görev alanına bırakılmıştır. Bu durum idari yargının yükünü azaltır ancak mevcut karmaşıklığı daha da arttırabilir. Örneğin tazminat davalarında adli yargı-idari yargı görev ayrımında belirsizlikler olup, görev sorunları doğmaktadır. Sonuç olarak idari yargı-adli yargı ayrımı da yakın zamanda kaldırılmalı ve idari uyuşmazlıklar için Ombudsmanlık sistemi güçlendirilebilir.

Yargı birliği dışında Türk Hukukunun geçmişten bu yana en büyük sıkıntısı dava süresidir. Gereksiz şekilde uzayan davalar sebebiyle hakkın alınması gecikmekte ve bu sebeple de insanlar kanunlar haricinde çözümler bularak hakkını almaya çalışmakta veya hakkından vazgeçmektedir. Türkiye Cumhuriyeti aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından bu konuda defalarca tazminata hükmedilmiştir. Bu sebeple Türk Hukukunda ayrıntılı olarak yapılacak ilk düzenleme dava sürecini gereksiz uzatan prosedürlerin kaldırılması olacaktır.

İdari yargı sisteminde dava süresini düşürmek için İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda bazı düzenlemeler yapılabilir.

Örneğin harç ve posta giderindeki eksikliklerin neden olduğu süre kaybı azaltılabilir. İYUK madde 6/4 ve 6/5’te yer alan harç ve posta giderindeki eksiklik hâlinde verilen otuz günlük sürenin on beş güne indirilebilir ve ikinci ek süre kaldırılabilir. Bu yaklaşım süre yönünden kısmi bir rahatlama sağlayabilir. Bir başka nokta ise, Harç ve posta ücretindeki eksiklikler ikinci bildirimde de tamamlanmadığında dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verildikten sonra noksan tamamlama için öngörülen üç aylık süre bir aya düşürülebilir. Yani, tebligatla, harç ve posta giderindeki eksikliklerle ilgili süreler en az iki ay kısıtlanmış olacaktır.

İdari Yargılama Usulü Kanunu 26/3’te, davacının gösterdiği adrese tebligat yapılmaması hâlinde dosyanın işlemden kaldırıldığı tarihten başlayarak yeni adrese bildirime ilişkin öngörülen bir yıllık sürenin üç aya indirilebilir. Yani bir yıllık sürenin üç aya çekilmesi ve adres kayıt sisteminin esas alınması yönünde bir yasa değişikliği yapılabilir.

İdari Yargılama Usulü Kanunu 19/1’de “Danıştay ile idare ve vergi mahkemelerinde açılan iptal ve yir mi beş bin Türk Lirasını aşan tam yargı davaları ile tarh edilen vergi, resim ve harçlarla benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezaları toplamı yirmi beş bin Türk Lirasını aşan vergi davalarında, taraflardan birinin isteği üzerine duruşma yapılması zorunluluğu düzenlenmiştir. Ancak Duruşma yapılması mahkemenin takdirine bırakılabilir. Böylelikle gereksiz duruşma talepleriyle yargılamanın uzatılması önlenebilir.

Yine davaların uzamasını önlemek adına adli tatil sistemi kaldırılıp yerine normal yıllık izin sistemi getirilebilir. Çünkü adli tatil süresinde esastan karar verilememektedir. Sadece delillerin tespiti vs. yapılabilinmektedir. Yıllık iznini kullanacak hâkim önceden izin tarihlerini belirleyebilir ve hâkime o tarihler arasında dava verilmeyerek izin kullandırılabilir. Bu sayede hem davalar uzamaz hem de hâkim yıl içerisinde istediği ve uygun olan bir tarihte iznini kullanmış olur.

Türk mahkemelerinde yargılama usulünde dilekçeler safhası; dava dilekçesi – cevap dilekçesi replik – düplik şeklinde cereyan eder. Dava sonuçlanma sürelerinin düşürülmesi açısından İdari Yargılama Usulü bakımından replik ve düplik süreleri 30 günden 15 güne düşürülebilir. Bence bu süre gayet makul bir süredir.

Yine İdari yargılama usulüne özgü bir kurum olan idarenin zımni red süresi 60 günden 30 güne düşürülebilir. İdare yargı ile ilgili olan dilekçelere ivedilikle cevap verebilir.

İYUK md. 45/4’de “Bölge idare mahkemesi, ilk derece mahkemesi kararını hukuka uygun bulmadığı takdirde istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına karar verir. Bu hâlde bölge idare mahkemesi işin esası hakkında yeniden bir karar verir” hükmü düzenlenmiştir. BİM tarafından verilecek “yeniden kararın” bütün dava dosyasının yeniden inceleyerek ve delillerin yeniden toplanarak yapılması yargılamanın makul sürede bitirilmesi anlayışına uygun olmadığı söylenmelidir. Aksi takdirde Bölge İdare İstinaf Mahkemeleri ağır bir iş yükü altında kalabilir.

Özellikle esastan yapılan incelemede ilk derece mahkemesi oybirliği ile idari işlemi iptal etmiş, BİM istinafta iptal kararını kaldırmışsa karar ne kadar doğru olursa olsun, taraflar hukuken bir kez daha kararın gözden geçirilmesi ve kaldıkları ikilemden dolayı hukuken tatmin olma ihtiyacı hissedebilirler. Bu bağlamda bu nitelikli kararlar açısından filtreye tâbi bir karar düzeltme mekanizması geliştirilebilir. Adalete olan güvenin tesisi için buna imkân verilmesi hukuk devleti ilkesine ve adil yargılanma hakkına uygun gözükmektedir.

Yapılacak yasal düzenleme ile istinafta avukatla temsil zorunluluğu getirilmesi, hatalı veya hukuken yanlış dilekçe ve iddiaların incelenmesi ve gereksiz iş yükünü azaltabilir. Fransız idari yargısında istinafta avukatla temsil mecburidir.

Kanun yararına bozma kararı verilmişse daha önceden verilmiş olan mahkeme kararının hukuki sonuçları ortadan kalmaz. Çünkü kanun yararına bozma, hukuka aykırı verilmiş kararların hukuk sisteminden ayıklanması içindir. Ancak bu durumda şartlar altında ilgiliye devletin makul bir tazminat ödemesi yerinde olabilir.

Batı Ülkelerinde Yargı ve Siyaset

Standard

Son zamanlarda gözlemlediğim durumu paylaşmak istiyorum.

Yargı bağımsızlığı ve kuvvetler ayrılığı gibi temel demokratik ve hukuk devleti kavramları ilk olarak batı ülkelerinde ortaya çıktığı doğrudur. Ancak artık bu kavramları yok sayan ve yargıyı ülke çıkarları için kullanan da batı ülkeleridir. Bu dayanağa nereden ulaştığımı soracak olursanız söyleyeyim. Bazı batı ülkeleri artık. Başka ülkelerle diplomatik sıkıntılar yaşamamak için yargıyı kullanmaktadır. Bunu en çok eskiden Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenen simdi ise 6706 sayılı Cezai Konularda Uluslararası Adli İş Birliği Kanunu’nda düzenlenen Geri Verme işlemlerinde görüyoruz.

ABD 15 temmuz darbesi sonrasında bütün kanıtlar belgeler gönderilmesine rağmen, Adalet Bakanımız, Başbakanımız bu konularda ziyaretler yapmasına rağmen söyledikleri tek şey işin yargı sürecinde olduğu ve bu alana müdahale edilemeyeceği oldu. Neden çünkü yargı bağımsızdır.

Yunanistan’da nitekim aynı şeyler yaşandı. Temyiz mahkemesi darbe sonrası Yunanistan’a sığınan darbeci askerleri ölüm korkusu nedeniyle iade etmeme kararı aldı. Yine iş yargı sürecinde olduğu için müdahale edilemez dendi.

15 Temmuz darbe girişimi sonrasında Almanya’da gerçekleştirilen demokrasi ve milli iradeye saygı mitinglerinde Cumhurbaşkanımızın telekonferans ile bağlanmasına mahkeme kararını alarak engel oldular. Aynı mahkeme nedense birçok devletin tanıdığı terör örgütü olan pkk yöneticisi teröristin telekonferans ile yine teröristlere bağlanmasında engel görmedi. toplantı ve görüşme hakkı, haberleşme hakkı teröristlere var ancak köklü bir devletin seçilmiş Cumhurbaşkanı’na yok. Avrupalı ve batılı devletlerin demokrasi ve yargı anlayışı budur.

Yine son zamanlarda Avrupa’daki bazı mahkemeler sözde Ermeni soykırımı ile ilgili karar aldılar

Sonuç olarak Batı ülkelerinin dış siyasette sorun yaşayacakları konularda, kararları yargı yoluyla aldıkları ve yargının tarafsızlığının arkasına saklandıkları kanaatine vardım. Yani batı ülkelerinde yargı bilinenin aksine dışarıya bağımsız, içerde ise birilerinin emrindedir. Bu görüşümü yazımda örneklerle somutlaştırmaya çalıştım.

15 Temmuz ve Batı Medyası

Standard

Türkiye’de darbe iddiasını ilk ortaya atan kisi ABD’li Ortadoğu Uzmanı Machael Rubin’dir. Rubin Türkiye’de işlerin kötüye gittigini ve Türk Ordusu’nun bir girisim yapma ihtimalinden bahseden bir yazı yayımlamıstır.

Yazının Türk Kamuoyunda yankı bulmasının ardından Genel Kurmay Başkanlıgı  demokrasi  vurgusu yaparak Emir komuta dışında hiçbir harekete taviz vermeyeceklerini açıklamak zorunda kalmıştır. Rubin daha sonra tepkiler üzerine darbeyi desteklemediğini sadece ihtimali söylediğini iddia etse de 15 Temmuz girişiminin  daha ilk saatlerinde “neden darbe Türkiye için Umut olabilir” yazısı Rubin’nin imzasıyla New York Post’da yayınlandı.

 Batı medyasının Erdoğan Almanya’dan sığınma talebi istedi veya jetle Ülkeyi terk etti gibi bir çok yalan haber üretmeleri ve bu haberleri takipçileriyle paylaşmaları Batı medyasının Manipülasyon ve dezenflasyon örneklerinden biriydi.

 Yine İngiltere’nin saygın gazetelerinden The guardion’un 17 temmuzdaki “seçimle iş başına gelmiş diktatörlüğe dikkat edin” yazısında  Türkiye demokrasisine eleştiriler yağdırması Batı medyasının Manipüle haberlerinden biriydi.

 The Ekonomist “Bay Erdoğan muhalefetle ihaneti aynı kefeye koyuyor. Türkiye coğulculuğuna karşı kendi darbesini ortaya koyuyor. Frenlemezse ülkesini daha fazla çatışma ve kaosa sokacak. Türkiye bugün NATO’ya girmek için başvursaydı zorlanırdı. İtifakın kötüye giden bir ülkeyi ihraç etmek gibi bir olanağı da yok ifadelerini kullandı.

Kısacası Türkiye’de “darbe girişiminde ikinci bir dalga olur mu?” sorusu tartışılırken batının endişesi seçilmiş hükümetin otoriterlesmesiydi.

Batının Türk milletinin demokrasi mücadelesini takdir etmek yerine darbe sonrası temizliği otoriterleşme olarak nitelemesi Demokrasi kavramını tekrar gözden geçirmeleri gerektiğini göstermektedir.

Sınıf Artan Oranlı Vergi Tarifesinin Adaletsizliği

Standard

      Enflasyonist ortam fiyatlar genel seviyesinin sürekli olarak yükseldiği ortamdır.  Enflasyonist ortamda vergilerde Sınıf Usulü Artan Oranlı vergi tarifesi uygulanıyorsa devletin tahsil ettigi vergi olması gerekenden yüksek olur.
      Ülkemizde gelir vergisinde uygulanan ve en adaletli, subjektif vergi olarak bilinen Artan Oranlı Vergi Tarifesi uygulamada iki şekilde kendini gösterir:

1-   Dilim Artan Oranlı Vergi Tarifesi
2-   Sınıf Artan Oranlı Vergi Tarifesi

     Dilim artan oranlı vergi tarifesinde vergi mahrahı tarifenin öngördüğü dikimlere ayrılmakta her dilim icin vergi oranının uygulanması ile ayrı ayrı hesaplanıp toplanmaktadır. Vergi matrahı ise gelir vergisi icin hanehalkının gelirindeki artış miktarıdır.  Örnegin:

     Sınıf artan usulü vergi tarifesinde vergi matrahı artan dilimlere ayrılmakta ve her dilim için artan oran belirlenmektedir. Vergi matrahı hangi dilime denk geliyorsa direk o vergi oranı ile  toplam vergi bulunmaktadır. Örnegin:


     Sonuç olarak enflasyonist ortamda hane halkının reel geliri azalırken Nominal geliri aynı kalmaktadır. Vergiler nominal gelire göre alındıgından kişinin geliri olması gerekenden daha üst dilime tabi olacak ve vergi yükü artacak yani vergi olması gerekenden daha yüksek olacaktır. Bu durum zaten enflasyon ile reel geliri azalan bireylerin gelirlerini daha cok azaltmıs olacaktır.

      İşçi ve diğer sabit gelirliler enflasyon kadar maaşlarına zam isteyecekler. Enflasyonla aşınan reel gelirlerini artırmak isteyeceklerdir. Ancak istediklerini alsalar bile Sınıf artan oranlı vergi tarifesi adaletli olamayacaktır. Çünkü maaşlarına yapılan enflasyon kadar zam ile nominal geliri artan bireyler eskiden tabi tutuldukları dilimden daha üst dilime tabi olacaklardır. Bu durum da daha yüksek orandan vergilendirme anlamına geldiğinden enflasyon aldıkları zam kısmen veya tamamen vergiye gidecektir. Örnegin:

1000 tl’ye kadar %10

2000 tl’ye kadar %15 vergi dilimleri olsun.

1000 lira maaş akan bir işçi %10 vergi dilimine tabi olacak ve 100 lira vergilendirilip 900 lira maaş alacaktır. Yıllık Enflasyonun  %10 olduğu bir ekonomide sıkı pazarliklar sonucu işçinin %10 zam aldığını ve maaşının 1100 lira olduğunu varsayalım. Bu durumda artık işçi 2000 tl’ye kadar olan %15’lik orandan vergilendirilecektir. 1100 lira maaştan %15 (165 tl) vergi alınırsa işçinin elinde 935 lira kalacaktır. Sonuc olarak %10 enflasyonist ortamda işçinin maaşı reel olarak 35 tl (%4) artmıstır.

Sonuç olarak Sınıf Artan Usulü Vergi Tarifesi sabit gelirliler açısından adaletsizdir.

Dengeli Kırsal Kalkinma

Standard

Gelişmekte olan ülkelerde bölgeden bölgeye gelişmişlik düzeyi önemli derecede farklılık göstermektedir. Bu farklılık ülkenin büyüme ve kalkınma potansiyelini frenlemektedir. Örneğin ülkemizde Marmara Bölgesi en gelişmiş bölgedir. Ülke ekonomisine katkısı büyüktür. Ancak bu katkının bir sınırı olacaktir. Çünkü her bölgenin bir doyum noktası vardır. Bu yüzden tüm bölgelerde kalkınmayı sağlayacak stratejiler geliştirmeliyiz. 

Ülkemizde bölgelerin pazara yakınlığı, altyapı durumu, hammadeye yakınlık, sosyal yapı, işgücü, iklim ve toprak yapıları gibi birçok nedenden dolayı yapısal farklılıklar mevcuttur. Burada önemli olan bu yapısal farklılıklardan yararlanarak her bölgenin potansiyeli ortaya çıkaracak bir plan ortaya koymaktır. Bunun en güzel örneği Güney Doğu Anadolu Projesi ile gerçekleştirilmiştir. 

Proje sayesinde bölgede buğday üretimi azalmış ve birçok endüstriyel ürünler başlanmıştır. Bunun gibi diğer bölgelerde de bu potansiyeli ortaya çıkaracak adımlar atılması ülke kalkınması için son derece önemlidir. 
Örnegin ülkemizde İç Anadolu Bölgesi’ni Buğday Fabrikasi konumundan çıkararak dünyaya ihracat yapabileceğimiz, yetiştirmesi ve bakımı kolay kocaman bir ceviz tarlasına dönüştürdüğümüzü düşünsenize. Bölgeye bir sürü ceviz işletmeleri kurulur ve Türkiye Ekonomisi ceviz yetiştiriciliğinde ve ceviz üretiminde dünyada 4. sıradan 1. sıraya yükselebilir. 

Ayrıca bu uygulama küçük aile işletmeleri tarafından değil de tarlaların birleşmesiyle oluşan büyük arazileri daha sistematik ve teknolojik olarak kullanabilen şirketler tarafından yapılmalıdır. Karşılığında toprak sahiplerine yıllık veya aylık kiralar verilmelidir. 

Ayrıca birçok insan bu şirketlere istihdam edilmelidir. Bu sırada köylülerimiz düzenli aralıklarla verilecek eğitimlerle bilgilendirilmelidir. Çünkü eğitim içsel kalkınmada çok önemlidir.

Geliştirilmesiyle birlikte uygulanma imkanı bulması sonucu kırsal kesimlerdeki otokonsomasyon sorunu ortadan kalkacak, toprakların birleşmesi sonucu bu toprakların birleşmesi sonucu büyük arazilerde üretim daha verimli gerçekleşecek. Bu sayede toprak sahipleri önceden elde ettikleri gelirden daha fazla gelir elde edeceklerdir.

Köylülerimiz ekmek, sebze ve meyve gibi ürünlerini marketlerden alacak bu sayede köylerimizde marketler manavlar kurulacaktır. Boş zamanı olan köylülerimiz ayrıca başka işler yapacaklar ekstra gelir elde edeceklerdir. Köylerimizde refah artacak ve kırsal kalkınma gerçekleşmiş olacaktır. Geçimlik tarım son bulacaktır.

Bunun gibi her bölgeye başta saydığımız yapısal niteliklerini göz önünde bulundurarak bir vizyon yükleyerek tüm bölgelerde kalkınmayı gerçekleştirebiliriz.

Baskanlik sistemi ve Ataturk

Standard

Suanda Atatürk yaşamiş olsa idi Baskanlik sistemine sicak bakar miydi?
Bence bakardi. Tarihi inceledigimiz zaman 1922 de saltanat kaldirilmis ve yeni rejim tartismalari yasanirken yeni kurulan Turkiye yasama yurutme ve yargi yetkilerinin tek merkezde toplandigi meclis hukumeti sistemiyle yonetiliyordu. Milli mucadele donemi bittikten sonra hukumet kurma bunalimlari ortaya cikti. Bunun en bilineni Fethi Okyar hukumetinin istifa etmesinden sonra yasana Ekim bunalimidir. Nitekim meclis hukumeti sisteminin artik istikrari saglayamadigi anlasilmis ve parlementer sistem diger adi kabine sistemine gecilmistir. Baktigimiz zaman bu gereksinimin özü istikrardir. Basta istenilen sonuclari versede cok partili hayata gecildikten sonra secimlerden ne zaman koalisyon ciksa istikrar bozuluyor ekonomi kotuye gidiyor. Koalisyonla hukumet kurulsa bile omru cok kisa olmustur. Gunumuzde de ozellikle haziran 2015 secimlerinde koalisyon cikmasina ragmen partilerin kendi cikarlarina yonelmesi ve milletin koalisyon cagrisina kulak asmamalari ulkemizi istikrarsizliga goturmustur. Özü itibariyle artik ulkemizin istikrari baz alan bir hükümet sistemine ihtiyaci vardir. Mustafa Kemal Atatürk yasamis olsa idi özü itibariyle istikrari baz alan baskanlik sistemine sicak bakmakla kalmaz kabine sisteminin hukumet kuramadigi ilk hukumet bunalimi ile Baskanli sistemini getirirdi.

Akilli güvenlik Sistemi projesi

Standard

Ulke icerisinde guvenligi ust duzeye cikarabilecek bir akilli guvenlik sistemi uygulanabilir. Benim dusuncem yeni kimliklerin cipli olmasindan faydalanarak toplumsal yasantida hukuki ve ticari islem yapilan her yere post makinesine benzer kimlik okuyucular koymak. Zaten yaptigimiz her islem karsiliginda bizden kimlik isteniyor. Degisiklik sadece kimligin islemi yapan memur tarafindan degilde kimlik okuyucu tarafindan okunacak olmasi. Örnegin bir sehirlerarasi bir otobus bileti mi alacagiz. Memur bileti kesmeden once kimligimizi okuyucuya okutmamizi isteyecek. Kimligi okuttugumuzda eger biz asker kacagi isek, bir sucla ilgili araniyorsak, tutuklu veya hukumlu isek vb. Durumlarda aninda emniyetteki merkeze veya ilgili daireye bilgi gidecek. Bu okuyuculari avm girislerine kamu kurumlari girislerine, girislerde ve islemlerde kimlik ibraz etmemiz gereken yerlere koyarsak arananlarin ellerini kollarini baglamis oluruz. Suc oranlari ve asker kacaklari azalir. Kayit disilik azalir. Gelistirilebilir bir proje bence. Uzerinde calismak lazim tabiki.

Ortanca gelir duzeyi sendromu ve cikis tezi

Standard

Eksik istihtam duzeyinde butce aciklari enflasyonist degildir. Ta ki tam istihdama ulasana kadar. Tam istihtamdan sonra butce acigi ve genisletici politikalar enflasyonisttir yani enflasyon yaratirlar. Uretimde ve buyumede artis olmaz. Iste benim kanaatim ulkelerin ortanca gelir duzeyi sendromundan kurtulmalari icin eksik istihdam doneminde ortaya cikan butce aciklarinin tam istihdama yaklastikca yavas yavas kapatilmasi ve denk butceye donmeleridir. Bunun icin ilk once ulke ozel ve kamu tasarruflari artirilmalidir.

Dolmuslar ya da keyfilikleri kaldirilmali

Standard

Günümüz kurumsallasma cagina ayak uyduramayan dolmuslar ya kaldirilmali ya da keyfilikleri sinirlandirilmalidir. Baktigimiz zaman telefonda kufurlu konusan dolmus soforleri, yolcu toplamak icin yavas gidenler, haftalarca dolmusu temizlemeyenler, yolcularina sarkintilik yapanlar ne ararsan var. Butun bunlarin cozumu icin ilk yapilmasi gereken kurumsallasma yonunde atilacak adimlar ve reformlardir. Bunun icin ilk once bir.komisyon kurulup ne yapilabiliri tartismak gerekir. Benim yolcu bir vatandas olarak onerebileceklerim:

Bir sirket altinda dolmuslari toplamak,
Sikayet hatti olusturmak,
Bir temizlik sirketi ile anlasmak be dolmuslarin duzenli araliklarla temizlenmesi,
Dolmus soforleri egitim verilmesi
Para sisteminden kartli sisteme gecilmesi
Telefonla konusma yasagi
Merkezi takip sistemi

Bunlar yapilamiyorsa bulunduklari bolgedeki ulasim agina entegre edilebilir. Ornegin ankarada ego ile entegre edilebilir.